Dedeler öldüğünde, sıra babaya gelir…
27 Kasım 2018, 22:15
“Evimde ölmek istiyorum” demiş. Bundan 7 yıl kadar önceydi. Ailemiz başına gelecek sıkıntılardan habersiz çiğ bir dönemdeyken. Önce dayımlara, sonra da dedemlere gitmek üzere yola çıktık. Babam, annem ve iki kız kardeşim. Dayımlara ulaştığımızda annem, başına kötü bir şey gelme ihtimali en düşük olan olayı yaptı. Babasını aradı, dedemi. 7 yıl olmasına rağmen dün gibi hatırladığım cümleyi kurdu sadece. “Baba, biz abimlerdeyiz ve onları da alıp size geliyoruz.” Ne kadar da basit ve sade bir cümle, kurmak için. Annem birden titremeye ve ağlamaya başladı. Onun bir anda bu kadar kötüleşmesi, bizim şaşkınlığımızı çoktan bastırmıştı.
Dedem telefon konuşması bittikten sonra kapatmayı unutmuş ve “Amına koduğumun çocukları, sanki evde yer varmış gibi abisini de alıp geliyor.” demiş.
Bu durum, öz anneannemin ölmesinden sonra 60 yaşında tekrar evlenmesiyle, hatta yıllar sonra miras kavgalarının önüne geçmek için nur topu gibi yeni bir dayımın olmasıyla birleşince nükleer bomba etkisi yarattı ailede. Geçen haftaya kadar geçen 7 yıl boyunca sadece bir kere dedemin varlığından haberim oldu. Bir gecede kaybetmiştim onu.
Sanırsam o “bir kere”‘yi çok az da olsa açmam gerekiyor.
3 yıl boyunca adını bile duymadığım dedem ile annemi barıştırmak istedim bir gün. Çünkü insan, bir konu özelinde yapabileceği bir adıma sahipse, sonuna kadar atmalıdır o adımları. Dayımı, ailesini, bizimkileri toplayıp, önceden öğrendiğim dedemin bekçilik yaptığı iş yerine götürdüm. Çünkü, barışmaları için bir bahaneye ihtiyaçları olduğunu zannediyordum ve bahane ben olmak istiyordum.
Ne mi oldu?
En son hatırladığım şey, bayılmış annemi yerden kaldırmaya çalışırken, dayımın, babasına, dedeme ahşap bir sandalye fırlatmasıydı.
Karşılıklı edilen küfürler eşliğinde işyerini terk etmek zorunda kaldık.
“Evimde ölmek istiyorum.” demiş. Annem beni aradığında tek söyleyebildiği buydu. Hızlıca 7 yıl öncesinden hatırladığım evlerine gittim. Arabayı park edip indiğimde fark ettim ki, koca mahallede tek bir taşın yeri bile değişmemişti. Bir tek, sağlıklı olduğu zamanlarda yaptığı ahşap ve muşambanın düzensizliğinden oluşan araba garajını fark ettim apartmanın önünde. Eski 4 katlı bloklardan oluşan bir mahalleydi ve sonsuza kadar 4 katlı bloklardan oluşacak gibiydi.
Hızlıca 2. kata çıkıp kapı ziline bastım. Anneannem açtı kapıyı. Hiç değişmemiş gibiydi. Hala köyden geldiğinde bağladığı şekilde eşarbını bağlıyor, hala ev şiveli konuşmasıyla “Hoş geldin İsmail” diyordu.
Gerçi kendine “Ben kimim?” diye sormayan insanlar, ne kadar değişebilir ki?
İçeri girdiğimde burnuma gelen yaşlı evi kokusu yıllar geçse de değişmemişti. Eskiden oturma odası olarak hatırladığım iki çekyat, bir televizyonun bulunduğu odaya doğru ilerledim. Hiçbir eşya değişmemişti, yaşlıların eşyaları kronikleşmiştir zaten. Çekyatın birisi yatağa çevrilmiş ve üzerinde oksijen tüpüne bağlı bir adam yatıyordu.
1.5 yıldır ALS hastalığı ile boğuşan, bir deri bir kemik kalmış, nefes almak için can çekişen, eskiden ne kadar sağlıklı olduğunu bile zor hatırladığım bir adam.
Dedem.
Ellerini öpmek için sarıldım ve tek bir şey söyleyebildim. “Seni çok seviyorum dede.” Diğer çekyata oturdum ve tek bir şey düşündüm.
Dedeler ölmemeli.
Çünkü dedeler öldüğünde, sıra babaya gelir…